Sakarya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü

Ankara Anıları

ANKARA ANILARI

Yıl 1925. Ankara'nın her yerinde halk mutlu ve sevinçli.

Taşhan pastanesi ve Samanpazarı kahvesi, küçük memurdan, umum müdüre kadar gelenlerle samimi bir hava yaratıyor.

Ankara'nın o sırada en lüks mahfili Ulus Meydanı'ndaki Şule Kulübü, mebuslarla vekillerin toplanıp vakit geçirdikleri yerdi.

İkâmetgâh olarak Musevî Mahallesi'nde, derli toplu, tek odalı bir yerde oturana gıpta ile bakılır, hele iki arkadaş birleşerek, iki üç odalı, muntazam yerlerde oturanlar parmakla gösterilirdi.

Bu samimi dekor içinde, tabii olarak kimsede kibir, azamet bulunmaz, küçük bir memurun bir vekille beraber yemek yediği, devlet erkânından, Öksüzce mahallesinde bir odaya sığınan dostlarını ziyaret edenler olurdu.

Bir akşam, dostlardan birinin evinde toplanmıştık. Dertleşiyor, biraz da demleniyorduk. Vakit gece yarısına yakın, hızlı hızlı kapı çalındı, açtık. Bekçi ve bir polis, beni arıyorlar.

Riyâseticumhur musıki heyetine mensup sanatkârların, akşamları evlerinden başka bir yerde bulundukları takdirde, muhakkak evlerine, gittikleri yerin adresini bırakmaları usuldendi.

Derhal Çankaya yolunu tuttum. Heyete katılalı henüz üç ay olmuştu. Muhite ve Çankaya Köşkü'ne yeni alışmıştım. Köşkün temiz havası ve her mensubunun, baba evini hatırlatan samimiyeti ürkekliğimi gidermişti.

ATA'mız bu gece çok neşeliydi. Arkadaşlar benden önce gelerek fasıla başlamışlardı. Şarkı ve gazeller birbirini takip ediyordu.

ATATÜRK'ün akşam yemeği uzun müddet devam eder, muhakkak sofrayı Türk musıkisi tezyin ederdi.

Köşkte, musıki heyeti çağrılmadığı geceler, gramofondan istifade edilir, fakat muhakkak Türk musıkisi dinlenirdi.

Türk musıkisi diye ısrarla bahsetmekten maksadım, bizden sonra gelecek nesillere, ATATÜRK'ün musıkimize gösterdikleri ilgiyi ve sevgiyi belirtmektir. ATA, garp müziğiyle de ilgilendi. Bilhassa Toska Operasının bazı aryaları ile, valslerden zevk alırdı.

Musıkimize dil uzatanlardan bazıları, Türk musıkisi insanı miskinliğe uğratır derler. Bu, büyük bir hatâdır. Hususi kalem müdürlerinden rahmetli Hayati beyden duymuşumdur. ATA'mız istiklâl savaşının en buhranlı günlerinde bile, Ankara'nın yerlilerinden bazı musıkişinâsları davet ederek Türk musıkisi dinlerlermiş.

(Benim notum: Ankara'nın namlı efelerinden Yağcı Fehmi efeden bizzat duymuştum. ATATÜRK'ün Ankara'ya ilk gelişleri sırasında, kendisini karşılayarak, milli oyunlar oynayanlardan biri olan Fehmi efe, Gazi Mustafa Kemal paşanın, bazı geceler kendilerine birkaç arkadaşı ile köşke davet ettiğini ve türküler çaldırıp çağırtarak gam giderdiklerini, zaferden sonra da ATATÜRK'ün Ankara efelerini sık sık çağırarak onları dinleyip, oyunlarını büyük bir ilgiyle seyrettiğini anlatmıştır.

Hatta ATATÜRK, Ankara'nın meşhur türkülerinden biri olan (Misket) türküsünü hem söyler, hem oynarmış. Yine Ankara'nın tanınmış sazcılarından Gençosman ve köfteci Cafer, zaman zaman büyük ATATÜRK'ün huzurlarında saz çalıp türküler çağırmak şerefini kazananlardandır.)

ATATÜRK neşeli olduğu bir akşam bize şu onayı anlattı: O gün Ankara civarında yaptıkları bir gezinti sırasında, sarıklı bir hocaya rastlamışlar. ATA, hocaya bazı sualler sormuş. Bu sırada üzerlerinden bir tayyare uçuyormuş. ATA hocaya tayyareyi göstererek:

- Hoca efendi, bu tayyare nasıl uçuyor? diye sormuş. Hoca:

- Paşam demiş, ben bu tayyarenin nasıl uçtuğunu bilemem, çünkü bunu bana öğretmediler.

ATATÜRK:

- Peki sen ne bilirsin, diye sormuş. Hoca boynunu bükerek:

- Bana sen bu tayyareye bin dersin, binerim. Oradan kendini at dersin, onu da hiç düşünmeden yaparım, bunu öğrendim paşam.

ATATÜRK, bu cevaptan çok memnun olmuş, büyük bir neşe içinde etrafına anlatıyordu.

O gece, şarkılar, gazeller, türküler, birbirini takibettikçe ATA daha da neşelenmişti. Bir ara zeybek havası çalmamızı istedi.

Meclis'de Şükrü Saracoğlu, Mustafa Necati gibi zeybekler diyarının ünlü kişileri de var. Bu iki efe çocuğu zeybek oyununa kalktılar. Her ikisi de güzel ve yaman oynuyordu.

Bir ara herkes duruyor. ATA'nın zeybek oyununa kalktığını görüyoruz. Erkek figürlerle dolu bu Türk raksını ne güzel de oynuyor ve kendisine yakıştırıyor. Zeybeğin ATATÜRK figürleri, ATA'nın ATATÜRK endamına öyle yakışıyor ki, herkes büyük bir vecd içinde, bu güzel manzarayı seyrediyor. Ve coşkun neşe içinde gece sona eriyor...

(Benim notum: ATATÜRK'ün zeybek oyununu ustalıkla oynadığı bir gerçektir. Yaradılışı ve vücut yapısı itibarıyla halk oyunlarına karşı büyük bir yaklaşım göstermiştir. Bunun güzel bir örneği, o zamana kadar görmediği ve seyretmediği Artvin bar'ına katılarak, oyunu aksatmadan sürdürmesidir.)